Anasayfa » CESARETİNİN BEDELİ HÜCRE: 3716 GÜN

CESARETİNİN BEDELİ HÜCRE: 3716 GÜN

Yazar Habereditor
172 Görüntüleme
A+A-
Sıfırla
Baransu 3716 gündür cezaevinde

Her yıl 3 Mayıs, dünyada basın özgürlüğünün önemini anmak için kutlanan bir gün. Ancak Türkiye’de bugünün anlamı biraz daha farklı, biraz daha buruk… Çünkü Türkiye’de gazetecilik yapmak bazen özgürlüğünüzü kaybetmenize neden olabilir.

3 Mayıs Dünya Basın Özgürlüğü Günü’nde Türkiye basını ağır bir sınav veriyor. Gazeteci Mehmet Baransu, tam 3716 gündür cezaevinde. İki binin üzerinde dava dosyası, yüzlerce yıl hapis istemiyle karşı karşıya bırakılan Baransu’yu Türkiye’de sahip çıkan neredeyse hiç kimse kalmadı.

“Türkiye’nin Dreyfus’u” olarak nitelenen Baransu’nun yanında ne bir muhalif yazar, ne bir aydın ne de etkili bir kamuoyu sesi duruyor. Bu tablo, Türkiye’de basın özgürlüğünün geldiği derin krizi yansıtıyor. Uluslararası Sınır Tanımayan Gazeteciler (RSF) 2025 sıralamasında da Türkiye’yi 159. sıraya gerilemiş olarak gösteriyor; basına yönelik ağır kısıtlamaların bir göstergesi bu. Basın özgürlüğünün sembolü konumundaki Baransu’nun haksız tutukluluğu, bir yandan tek bir gazetecinin trajedisi; öte yandan tüm toplumsal iletişimi ilgilendiren bir gösterge hali.

Baransu’nun demir parmaklıklar ardında tutulması, demokrasi tarihinde ender görülecek bir hukuksuzluk zincirinin de parçası. Baransu’nun durumu Dreyfus vakasına benzetiliyor. 1894’te Fransız subay Alfred Dreyfus’un uzun haksız tutukluluğu ülkede büyük bir utanç kaynağı olmuştu. Ancak Baransu, maalesef Dreyfus kadar şanslı değil; onun masumiyetine sahip çıkacak bir “Émile Zola” da yok ortada.

Türkiye’de Baransu’ya destek olacak, vicdanı sallayacak ne gazeteler ne de gazeteciler var. Oysa Baransu, yıllarca “demokrasinin kurumsallaşması adına” haberler yapan, yüz yılın haberleri arasında sayılan dosyalar hazırlayan, güç karşısında ödün vermeyen bir gazeteciydi. Hakkında tam 140’tan fazla dava açılmış, toplamda bin yılı aşan hapis cezaları istendi.

Baransu’nun kendi sözleriyle bu yaşananlar, cesaretinin bedeli olarak geri döndü: “Cesaretimin bedelini tek kişilik hücremde ödüyorum… Keşke bu kadar cesur olmasaydım… Ödediğim için üzülüyorum. Değmezmiş bu insanlara.”. Bu sözler, hakikat peşinde koşmanın Gazetecilik ayağının, nasıl ağır sonuçlar doğurabildiğini gösteriyor. İktidarın ana hedefi oldu. 2014 yılında internette yayınlanan bir ses kaydında dönemin İçişleri Bakanı Efkan Ala, İstanbul Valisi’ne dönerek Baransu için ısrarlı bir talimat verdi: “Kırın kapısını alın, canına okuyun… Biz kanun yapar, yaptığınızı suç olmaktan çıkarırız; savcıdan korkmayın siz.”. Yani iktidar, Baransu’nun göz altına alınması için “kanuni güvence” sözü bile veriyordu. Gerçekten de, iktidarın talimatıyla dört duvar arasına hapsedilerek susturuldu.

Baransu’ya yönelik suçlamaların büyük çoğunluğu gerçeği yansıtmaktan çok, hedef şaşırtma amaçlı. Hiçbir resmi inceleme Baransu’nun belgelerinde sahtecilik bulmadı; aksine belgelerin doğruluğu devletin resmi organlarınca dahi teyit edildi. Kumpas suçlamasıyla yargılanmadı bile. Baransu’nun davalarında bir eylem veya suç değil, yalnızca onun gazetecilik kimliği cezalandırıldı.

Hakkında açılan gerçek soruşturma, sağlık ve kamu çıkarına yönelik “kanserli pirinç” haberiyle ilgiliydi. 2013’te ortaya çıkan bu soruşturma, GDO’lu pirinçlerin ülkeye sokulduğunu iddia ediyordu. Baransu’nun haber kaynakları arasında dönemin üst düzey danışmanları vardı ve basın özgürlüğü adına ilk etapta “Basın Özgürlüğü” kapsamında diye savcılık soruşturma açmayı reddetmişti. Ama hemen sonra, 2015 yılında bambaşka bir iddianameyle Baransu’ya “hükümeti yıkmaya teşebbüs etmek ve terör örgütü yönetmek” suçlaması yöneltildi. Oysa ifşa ettiği olay, yolsuzluk ve rüşvet iddiaları içeren, halka mal olmuş bir konuydu; yani basın özgürlüğü kapsamındaydı.

Baransu 3716 gündür cezaevinde

Bir gazeteci hemen her gün iktidarla çatışır; bu normaldir, çünkü hiçbir otorite kanunsuzluklarını ifşa eden medyadan hoşnut olmaz. Fakat demokratik bir toplumda bağımsız ve özgür medya olmadan demokrasi hayaldir. Türkiye’de bu açıdan bir paradoks yaşanıyor. Hürriyetin vazifesini yerine getiren gazeteciler cezalandırılırken, toplumu karanlığa mahkûm etmeye çalışmak demokrasiyi ortadan kaldırma yönünde tezahür ediyor.

Mehmet Baransu’nun öyküsü, basın özgürlüğü mücadelesinin somut bir sembolü. Cezaevindeki dile kolay 3716 günü aşan bu süreç, sadece bir kişinin trajedisi değil; toplumumuzun demokratik geleceğine dair bir alarm. Gazetecinin görevi, toplumu aydınlatmak, güçlüleri denetlemek, halkın haber alma hakkını savunmaktır.

Bir ulusun demokratik işleyişi, basının gerçekleri aktarma cesaretine bağlı. Baransu’nun susturulması aynı zamanda bu fikrin yankısı. Bugün Baransu’ya ve benzer şekilde mahkûm edilen tüm gazetecilere sahip çıkmak, aslında hepimizin özgürlükteki sorumluluğuna sahip çıkmaktır.

Gazetecilik baskıyla, cezaevi duvarlarıyla yok olmaz; tam aksine bu baskı, gazeteciyi bir simge haline getirir. Basın özgürlüğünün zayıfladığı her ülkede demokrasi ağır yara alır. Eğer Baransular susturuluyorsa toplum susmuş demektir. Bu sessizliği bozacak cesareti göstermek, sadece Baransuların değil, Türkiye’nin görevidir.

Benzer Yazılar

Sitemizde, tercihlerinizi ve tekrar ziyaretlerinizi hatırlayarak size en uygun deneyimi sunmak ve sitemizin trafiği analiz etmek için çerezleri ve benzeri teknolojileri kullanıyoruz. Tamam'a veya sitemizde bulunan herhangi bir içeriğe tıklayarak bu ve benzer çerezlerin/teknolojilerin kullanımını kabul etmiş olursunuz. Tamam Gizlilik Politikası

Gizlilik Politikası