Küresel göçmen krizi, Batılı ülkelerin siyaset tarzını kökten değiştiriyor. ABD’den Avustralya’ya, İngiltere’den Avrupa Birliği’ne kadar pek çok ülke, üçüncü ülkelere sınır dışı gibi bir zamanlar marjinal sayılan politikaları benimserken, bu uygulamaların yol açtığı toplumsal kutuplaşma da derinleşiyor.
Donald Trump’ın yeniden başkan seçilmesiyle birlikte ABD, gözaltı ve sınır dışı operasyonlarında benzeri görülmemiş bir genişlemeye gitti. Trump yönetimi, sınır dışı edilen bireyleri kabul etmeleri için birçok ülke ile anlaşmalar yaparak, binlerce kişiyi hiçbir bağı bulunmadığı devletlere gönderme sürecini hızlandırdı.
MEŞRUİYET KRİZİ
Bu politikaların temelini, son otuz yıldır giderek yoğunlaşan “göçmenlik suçtur” söylemi oluşturuyor. Savaş, zulüm ve güvensizlikten kaçan insanlar, yasal yollardan sığınma imkanı bulamadıklarında düzensiz rotalara yönelirken, hükümetler de sığınma talebini bir insan hakkı olmaktan çıkarıp yasa dışı bir fiil olarak çerçeveliyor . ABD, İngiltere ve Avustralya’da bir zamanlar aşırı sağcı medyanın tekelindeki bu suçlayıcı dil, artık siyasi yelpazenin her yerinden politikacılar tarafından benimseniyor ve mevzuata işleniyor. Göç uzmanı Alison Mountz’un “sığınmacılığın ölümü” olarak tanımladığı bu süreç, kitlesel sınır dışıları normalleştiriyor.
Avustralya’da 2014’te vize iptali eşiğinin düşürülmesi, küçük suçlardan hüküm giymiş kişilerin bile gözaltına alınıp sınır dışı edilmesine yol açtı. Cezalarını çekmelerine ve uzun süreli gözaltında kalmalarına rağmen, bu kişiler medyada toplum için büyük bir tehdit olarak çerçevelendi ve Avustralya hükümeti onları üçüncü bir ülkeye sürgün etmek için yasa çıkardı. ABD’de ise eski Başkan Barack Obama, “aileleri değil, sabıkalıları” hedef aldığı politikalarıyla rekor sayıda sınır dışı işlemi gerçekleştirdi. Trump yönetimiyse göçmenliğin kendisini suç ve güvensizlikle eşitledi; sabıkalı olsun veya olmasın, hatta vatandaş dahi olsalar, daha geniş bir kesimi hedefine aldı.
TOPLUMSAL TEPKİNİN SOKAKLARA YANSIMASI
Hafta sonu Hollanda’da sokaklara çıkan halk, İngiltere’de Nisan ayından bu yana, mültecilerin barındırıldığı otellerin önünde gerçekleştirilen protestolar, aşırı sağcı grupların organizasyonu ve sosyal medyada yaydığı yanlış bilgilerle körüklendi. Eylül ayında, far-right aktivist Tommy Robinson’ın Londra’da düzenlediği “Unite the Kingdom” mitingi, yüz binlerce kişiyi bir araya getirerek gerilimi gözler önüne serdi.
Dünya, göçmenlere yönelik yaklaşımında tarihi bir dönüm noktasında. Üçüncü ülkelere sınır dışı, hızlandırılmış yargılama usulleri ve göçmenliğin suç haline getirilmesi, giderek daha fazla ülkenin politik enstrüman kutusunun bir parçası haline geliyor.