Anasayfa » NAZİLERDEN GÜNÜMÜZE ALMANYA’YA İLTİCA – II

NAZİLERDEN GÜNÜMÜZE ALMANYA’YA İLTİCA – II

Yazar Habereditor
83 Görüntüleme
A+A-
Sıfırla
Almanya'ya iltica tarihi-II

Serimizin ilk bölümünde, Almanya’da iltica hakkının Nazi rejimi sonrası doğuşunu ve Soğuk Savaş dönemindeki sembolik önemini ele almış, 1980’lerde yaşanan mülteci artışının ülkede yarattığı siyasi ve toplumsal tartışmaları incelemiştik. Bu bölümde ise 1990’lardan itibaren Almanya’yı sarsan tarihi mülteci krizlerini, bu krizlerin ülke anayasasında yarattığı köklü değişiklikleri ve günümüze uzanan etkilerini inceleyeceğiz. Rekor düzeye ulaşan başvuruların Almanya siyasetinde ve toplumunda bıraktığı derin izleri takip ederken, ülkenin iltica politikalarının bugünkü tartışmalarına nasıl zemin hazırladığını göreceğiz.

1990’lar: Rekor Başvurular ve Anayasal Değişiklik

1989’da Doğu Bloku’nun çöküşü ve Berlin Duvarı’nın yıkılmasıyla Almanya’nın siyasi haritası değişirken, ülke tarihinin en büyük iltica dalgalarından birine de sahne oldu. 1991-1992 yıllarında özellikle Yugoslavya’nın dağılmasıyla patlak veren Balkan savaşları nedeniyle on binlerce insan Almanya’ya sığındı. 1992 yılında Almanya’daki iltica başvurularının sayısı yaklaşık 438 bine ulaşarak rekor kırdı​. Bu rakam, o güne dek görülmüş en yüksek sayıydı ve ülkenin kapasitesi ile toplumsal uyum tartışmalarını alevlendirdi. Ne yazık ki aynı dönemde yabancı düşmanlığı da tırmandı; Rostock-Lichtenhagen (1992) ve Solingen (1993) gibi yerlerde mülteci yurtlarına yönelik ırkçı saldırılar meydana geldi. Bu olaylar, Almanya’da iltica konusunda tansiyonun ne denli yükseldiğini gösterirken siyasi partiler üzerindeki baskıyı da artırdı.

1993 yılında Almanya, 1949’dan beri ilk kez iltica hakkının kapsamını daraltan bir anayasa değişikliğine gitti​. “Asylkompromiss” (iltica uzlaşması) olarak anılan bu değişiklik, iktidardaki koalisyon ile ana muhalefet partisinin uzlaşmasıyla mümkün oldu. Anayasanın 16. maddesi yeniden düzenlenerek Almanya’ya “güvenli bir üçüncü ülke” üzerinden gelen sığınmacıların iltica başvurusu yapmaları kısıtlandı. Başka bir deyişle, Almanya’ya komşu güvenli bir ülkeden geçerek gelen bir kişi, Almanya’da iltica talebinde bulunamaz hale geldi. Ayrıca belirli ülkeler “güvenli menşe ülke” ilan edilerek bu ülkelerden gelen başvuruların hızla reddedilmesinin önü açıldı. Bu düzenlemelerin hedefi, Almanya’nın coğrafi konumu gereği maruz kaldığı aşırı başvuru yükünü hafifletmekti.

1993 sonrasında iltica başvurularının sayısında dramatik bir düşüş yaşandı​. 2000’li yılların başına gelindiğinde Almanya’daki yıllık sığınma başvuruları on binler seviyesine inmişti. 2007’de başvuru sayısı 20 binin altına düşerek son otuz yılın en düşük düzeyine geriledi​.

2015 Mülteci Krizi: İltica Politikalarında Yeni Dönem

2010’ların ortasına gelindiğinde, Suriye iç savaşı başta olmak üzere Orta Doğu’daki çatışmalar Avrupa’ya doğru yeni bir mülteci dalgası başlattı. 2015 yılında Almanya, II. Dünya Savaşı sonrasının en büyük kitlesel sığınmacı akınıyla karşı karşıya kaldı. Sadece 2015 yılı içinde yüz binlerce insan Suriye, Irak, Afganistan gibi ülkelerdeki savaş ve zulümden kaçarak Almanya’ya ulaştı.

Alman hükümeti, Avrupa Birliği’nin Dublin kurallarını geçici olarak uygulamadan kaldırarak Macaristan gibi ülkelerde sıkışan mültecilere kapılarını açtı. Dönemin Şansölyesi Angela Merkel’in “Wir schaffen das” (“Bunu başarabiliriz”) sözü, Almanya’nın insani sorumluluğu üstlenmeye hazır olduğunu gösteren bir slogan haline geldi. Bu süreçte Almanya’daki iltica başvuru sayıları rekor düzeylere çıktı.

Almanya’da resmi iltica başvurularının sayısı yaklaşık 745 bine ulaştı​. Bu rakam, 1992’deki rekoru geride bırakıyor ve ülkenin iltica sistemine ciddi bir yük bindiriyordu. Mülteci krizinin ilk aşamasında Alman kamuoyunun önemli bir bölümü mültecilere yardım konusunda duyarlılık gösterdi. Ancak zamanla bu olağanüstü göç dalgası, ülkedeki siyasi fay hatlarını belirginleştirmeye başladı.

Artan baskılar karşısında Alman hükümeti, iltica sisteminde bazı düzenlemelere gitti. 2015 ve 2016 yıllarında ardı ardına çıkarılan “Asylpaket I” ve “Asylpaket II” adlı yasa paketleriyle iltica prosedürleri hızlandırıldı ve belirli sığınmacı gruplarının aile birleşimi hakkına geçici kısıtlamalar getirildi. Ayrıca, Balkan ülkelerinin neredeyse tamamı “güvenli menşe ülke” kategorisine alınarak bu ülkelerden gelen başvuruların reddi kolaylaştırıldı. Avrupa Birliği düzeyinde ise Türkiye ile 2016 yılında imzalanan mülteci mutabakatı gibi adımlarla, düzensiz göçün engellenmesi ve sığınmacıların AB dışında tutulması hedeflendi. Bu önlemler sonucunda 2016’dan itibaren Almanya’daki iltica başvurularının sayısı düşüşe geçti. 2017’de başvurular 222 bin civarına inerken, 2018’de 185 bine kadar geriledi​. Böylece acil durum koşulları büyük ölçüde kontrol altına alınmış oldu.

Almanya’da iltica hakkı hâlâ anayasayla güvence altındaki yerini koruyor. Ancak bu hakkın uygulanma biçimi ve kapsamı, siyasetin en önemli tartışma konularından biri. 2015’teki mülteci krizinin ardından entegrasyon, sınır güvenliği ve Avrupa çapında sorumluluk paylaşımı gibi başlıklarda yoğun tartışmalar yaşandı. Özellikle Avrupa Birliği içinde ortak bir iltica politikası oluşturma çabaları, Almanya’nın da aktif desteğiyle devam ediyor.

Benzer Yazılar

Sitemizde, tercihlerinizi ve tekrar ziyaretlerinizi hatırlayarak size en uygun deneyimi sunmak ve sitemizin trafiği analiz etmek için çerezleri ve benzeri teknolojileri kullanıyoruz. Tamam'a veya sitemizde bulunan herhangi bir içeriğe tıklayarak bu ve benzer çerezlerin/teknolojilerin kullanımını kabul etmiş olursunuz. Tamam Gizlilik Politikası

Gizlilik Politikası