Bir sabah, sıradan bir evin kapısı çalınıyor. İçeride iki çocuk, anne ve baba… O gün, o kapıdan giren emir kulları, bir ailenin hayatını ikiye bölüyor. KHK’lı Mehtap Köse’nin hikâyesi, aslında Türkiye’de yaşayan binlerce insanın hikâyesinin küçük bir kesiti.
Mehtap Köse sıradan bir anneydi. Çocuklarını okula hazırlayan, eşine çay koyan, evinin sıcaklığını korumaya çalışan bir kadındı. Ne var ki, o sabah evinin kapısından girenler, sadece devletin görevlileri değildi; aynı zamanda bir ailenin huzurunu, bir annenin umutlarını ve iki çocuğun çocukluğunu da alıp götürdüler.
KHK… Üç harf, ama ardında bir ömürlük acı. Eşi Tahir Köse, bir sabah ansızın “terör” damgasıyla tutuklandı. Mehtap Hanım’ın gözleri, o an dondu kaldı. Çocukların gözyaşları, annenin yüreğine aktı. Fakat hayat, acıyı bölüştürmüyor; tam tersine, çoğaltıyor.
Kısa süre sonra Mehtap Hanım da gözaltına alındı. “Silahlı terör örgütü üyeliği” gibi ağır bir suçlama… Oysa onun elinde silah değil, çocuklarının elleri vardı. O eller 21 ay boyunca boş kaldı, demir parmaklıkların ardında, bir annenin en büyük imtihanını verdi: Evlat hasreti.
Cezaevinde geçen her gün, bir ömür kadar uzun. Bir annenin gözleri, koğuşun nemli duvarlarında çocuklarının fotoğraflarını arar. Bir annenin kulakları, demir kapıların gürültüsünde evlatlarının sesini özler. Ve bir annenin kalbi, her gün biraz daha ağırlaşır.
Çocuklar İçin Zaman Durdu
Dışarıda ise iki küçük çocuk, tanımadıkları insanların yanında, annesiz ve babasız büyümeye çalışıyordu. O çocuklar, bir sabah anne kokusundan, baba şefkatinden mahrum kaldılar. O günden sonra, oyuncaklarının sesi kısıldı, rüyalarına kabuslar karıştı. Her gece, “Annem ne zaman gelecek?” diye soran bir ses, duvarlarda yankılandı.
Mehtap Hanım’ın cümlesi, insanın içine işliyor: “Eşim ve ben tutuklandık, iki çocuğum tanımadığım insanların yanında kalmak zorunda kaldı.” Bir annenin, çocuklarına sarılamadan geçirdiği 21 ay… Hangi kelime anlatabilir ki bu acıyı?
Bu hikâyede en çok acıtan, çocukların yaşadığı travma. Bir sabah anneleri ve babaları bir anda yok oluyor. Sadece bir gün değil, aylarca, yıllarca… Çocuklar için güven duygusu, aile sıcaklığı, evin huzuru bir anda ellerinden alınıyor.
Toplumun Körleşen Vicdanı
KHK’lı ailelerin yaşadıkları, çoğu zaman görülmüyor, duyulmuyor. Bir sabah “terörist” damgası vurulan insanlar, bir anda yalnızlaşıyor. Komşular, akrabalar, dostlar… Herkes bir adım geri çekiliyor. Oysa çoğu zaman dosyalardaki suçlamalar, tartışmalı, hatta çoğu zaman hayal ürünü. Ama toplumun vicdanı, bu sessiz çığlıkları duymak istemiyor.
Bir ülkenin adalet terazisi bozulduğunda, en çok çocuklar eziliyor. Anne ve babalar, bir sabah yok sayıldığında, çocukların dünyası yerle bir oluyor. Ve o çocuklar, bir daha asla eskisi gibi olamıyor.
Mehtap Köse’nin hikâyesi, sadece bir ailenin dramı değil, bir ülkenin vicdan sınavı. O çocukların kaybolan yılları, bir annenin gözyaşında saklı. O gözyaşı, sadece kendi evini değil, hepimizin içini ıslatıyor aslında. Bir ülkenin adaleti, sadece mahkeme salonlarında değil, sokaklarında, evlerinde, çocukların uykusunda yaşar. Eğer bir annenin gözyaşı, bir çocuğun sessiz çığlığı duyulmuyorsa, o ülkenin geleceği de karanlıkta kalır.
Mehtap Köse ve onun gibi binlerce KHK’lı ailenin yaşadıkları, bize insan olmanın, vicdan sahibi olmanın ne demek olduğunu tekrar tekrar hatırlatıyor. Sessiz çığlıkları duymak, duymakla kalmayıp duyurmak, bugün insanlığın en büyük görevi.
Bir annenin elleri, demir parmaklıklara değil, evlatlarının saçlarına dokunsun…