Avrupa Birliği (AB), sığınmacıların geri gönderilmesine ilişkin kuralları kökten değiştirecek yeni bir düzenleme paketini gündeme getiriyor. Taslak metinlerde yer alan değişiklikler, “güvenli ülke” tanımının genişletilmesini, geri gönderimde bağlantı zorunluluğunun kaldırılmasını ve itiraz süreçlerinin deportasyonu engellememesini içeriyor. Reformlar, insan hakları örgütleri tarafından “AB’nin göç yönetimini özünde insani değerlerden uzaklaştırmakla” suçlanırken, siyasi çevrelerde ise göçmen karşıtı söylemlerin hukuki zemine taşındığı yorumları yapılıyor.
Üçüncü Ülkelere Toplu Göndermelerin Önü Açılıyor
Mevcut AB yasaları, bir sığınmacının ancak vatandaşı olduğu, doğduğu veya daha önce ikamet ettiği ülkeye geri gönderilebilmesini şart koşuyor. Ancak yeni düzenleme, bu kriteri tamamen kaldırarak üye ülkelerin, “uluslararası iş birliği anlaşmaları çerçevesinde belirlenen üçüncü ülkeler” aracılığıyla toplu sınır dışlarını hayata geçirmesine izin verecek. Bu adım, İtalya’nın Arnavutluk ile imzaladığı ve İngiltere’nin Ruanda ile planladığı tartışmalı “dışsallaştırılmış sığınma merkezleri” modelinin AB geneline yayılması anlamına geliyor.
İnsan hakları savunucuları, bu değişikliğin mültecileri keyfi şekilde coğrafi ve kültürel bağı olmayan ülkelere gönderme riskini artırdığına dikkat çekiyor. Bir insan hakları örgütü temsilcisi, “Bu politikalar, güvenlik endüstrisinin çıkarlarına hizmet ederken, insan hayatını hiçe sayıyor. AB, mültecileri bilinmeyen bir kaderle baş başa bırakıyor” ifadelerini kullanıyor.
İtiraz Süreçleri Askıya Alınıyor
Reform paketinin en çok tepki çeken maddelerinden biri de, deportasyon kararlarına yapılan itirazların süreci durdurmaması. Yeni kurallara göre, bir sığınmacı hakkında verilen geri gönderme kararı, mahkeme süreci devam ederken dahi uygulanabilecek. Bu durum, haksız yere sınır dışı edilen kişilerin hukuki haklarını kullanmasını fiilen imkânsız hale getiriyor.
Avrupa Parlamentosu’ndan bir siyasetçi, “Bu değişiklikler uluslararası hukukun temellerini sarsıyor. Aşırı sağın göçmen karşıtı retoriği, AB’nin insan hakları karnesini karartıyor” uyarısında bulunuyor.
AB’nin bu hamlesi, küresel ölçekte artan “dışsallaştırılmış sınır yönetimi” trendine paralel ilerliyor. Üçüncü ülkelerle yapılan anlaşmalar, mülteci kabul merkezlerinin AB sınırları dışına taşınmasını ve finansal teşvikler karşılığında bu ülkelerin “göçmen deposu” haline getirilmesini öngörüyor. Ancak bu model, insan kaçakçılığı riskini artırmakla ve temel haklara erişimi kısıtlamakla eleştiriliyor.
Pandemi sonrası hızlanan göç hareketleri, menşe ülkelerin zorla geri kabulü reddetmesi ve AB içindeki aşırı sağ partilerin baskısı, Komisyon’u sert önlemlere iten faktörler arasında gösteriliyor. Sivil toplum kuruluşları ise, 1951 Mülteci Sözleşmesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarına aykırılık iddialarıyla reformları protesto ediyor.
Reform tasarısının önümüzdeki aylarda AB Konseyi ve Parlamentosu’nda oylanması beklenirken, insan hakları savunucuları uluslararası hukuk mekanizmalarına başvurma çağrısı yapıyor.