Türkiye’nin bir zamanlar hayalini kurduğu özgürlükçü demokrasi, artık sadece nostaljik bir hatıra. AKP iktidarının özellikle son on yılında, ülke sınırları fiziksel olarak genişlemese de, siyasi ve hukuki anlamda birer duvar gibi yükseldi. Artık Türkiye sadece adliyelerin ve cezaevlerinin çelik kapıları arasında değil; sokaklarında, medyasında, üniversitelerinde de bir açık hava hapishanesine dönüştü.
Son veriler, ülkedeki cezaevlerinin dolup taştığını gösteriyor. 2025 Şubat ayı itibarıyla Türkiye’deki resmi cezaevi nüfusu 392 bin 456’ya ulaştı. Oysa cezaevlerinin toplam kapasitesi 301 bin 397 kişi. Aradaki 91 bin kişilik fazlalık, sistemin çöküşünün en somut göstergelerinden biri. The Arrested Lawyers‘ın yayınladığı rapor, yalnızca suç ve suçlularla ilgili değil, Türkiye’de adaletin geldiği noktanın da bir yansıması.
2002’de AKP iktidara geldiğinde, cezaevlerinde yalnızca 52 bin kişi bulunuyordu. Ancak bu rakam, yıllar içinde hızla tırmandı. 2010’da 121 bin, 15 Temmuz darbe girişimi öncesinde ise 191 bine yükseldi. Bugünse neredeyse 393 bin kişi cezaevlerinde tutuluyor. Üstelik infaz düzenlemeleriyle tahliye edilen on binlerce kişiye rağmen bu sayılar artıyor.
Mutlak güç ve Allah’ın lütfu
15 Temmuz 2016’da gerçekleşen darbe girişimi, Erdoğan’ın eline mutlak bir güç verdi. Erdoğan, bu gücü “Allah’ın lütfu” olarak duyurdu. O tarihten itibaren ilan edilen OHAL sürecini, iktidar muhalifleri sindirme aracı olarak kullandı. Kanun Hükmünde Kararnamelerle (KHK) iktidar on binlerce kişiyi ihraç etti, tutukladı ya da sürgüne zorladı. Yargı bağımsızlığı tamamen kayboldu ve hukuk bir baskı mekanizmasına dönüştü. Gazeteciler, akademisyenler, öğrenciler ve muhalif siyasetçiler ‘terör’ suçlamasıyla cezaevlerine dolduruldu.
Erdoğan, artık yalnızca silahlı tehditleri değil, en ufak muhalif sesleri bile düşman olarak görmeye başladığını tüm dünya biliyor. Son olarak Zafer Partisi lideri Ümit Özdağ ve Halk TV Genel Yayın Yönetmeni’nin tutuklanması, rejimin eleştiriyi tolere etme eşiğinin sıfırlandığını gösteriyor. Bugün bir tweet, bir haber başlığı veya bir sokak röportajı dahi insanların cezaevine girmesine neden olabiliyor. Türkiye’de yargı, bağımsız bir hukuk kurumu değil, doğrudan Saray’ın emir eri konumuna indirgendiğini yukarıdaki rakamlar doğruluyor.
Af çare olmadı
Erdoğan rejimi Temmuz 2023 tarihinde, cezaevlerindeki kapasite sorununu hafifletmek için bir af yasası çıkardı. Ancak uygulanan af, gerçek suçluları tahliye ederken, sadece muhalif oldukları için on binlerce insan bu yasadan faydalandırılmadı. 2025 yılına gelindiğinde mahkûm sayısı rekor seviyelere ulaştı. Ocak 2025’teki 384 bin 216 olan cezaevindeki tutsak sayısı, Şubat 2025’te 392 bin 456’ya yükseldi.
Bu artış, Türkiye’nin yargı sistemindeki yapısal çarpıklıkları gözler önüne seriyor. Cezaevlerinin dolup taşması, yalnızca suç oranlarının artışıyla açıklanamaz. Asıl neden, Erdoğan’ın muhalifleri susturma taktiği olarak cezaevlerini bir koz olarak kullanmasıdır. Bugün Türkiye, dünyanın en fazla tutuklu gazeteci barındıran ülkelerinden biri. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) ve diğer uluslararası kuruluşlar, Türkiye’yi defalarca hukuksuz tutuklamalar nedeniyle mahkûm etti. Ancak Erdoğan yönetimi, bu eleştirileri ‘dış mihrakların komplosu’ olarak nitelendirerek kulaklarını tıkamaya devam ediyor
İnsan Hakları ihlalleri artıyor
Cezaevlerinde kapasiteyi aşan mahkûm sayısı, insan hakları ihlallerini de beraberinde getiriyor. İnsan hakları örgütleri ve sivil toplum kuruluşları, cezaevlerinde kötü muamele, aşırı kalabalık koğuşlar, yetersiz sağlık hizmetleri ve mahkûmların yaşam koşullarının gittikçe kötüleştiğini raporluyor. Avrupa Konseyi’ne bağlı İşkenceyi Önleme Komitesi (CPT), Türkiye’deki cezaevlerini eleştirdiği birçok rapor yayınladı. Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komiserliği, Türkiye’de tutukluların kötü koşullara maruz bırakıldığını belirtti.
Zincirler halkın iradesiyle kırılır
Türkiye artık sadece inşa ettiği cezaevleriyle değil, halkın üzerinde oluşturduğu korku imparatorluğuyla da bir hapishaneye dönüştü. İnsanlar işlerini kaybetme korkusuyla konuşamıyor, sokakta özgürce düşüncelerini ifade edemiyor, sosyal medyada bile kelimelerini tartarak seçmek zorunda kalıyor. Hukukun yerini siyasi sadakatin aldığı bir düzende, gerçek özgürlüğün sessizce dile getirilmesi bile mümkün değil.
Türkiye, Erdoğan döneminde daha otoriter bir yapıya sürüklendi. Ancak tarih bize gösteriyor ki, hiçbir baskı rejimi sonsuza kadar devam etmemiştir. Zincirler kırıldığında geriye sıfırlanmış bir adalet sistemi, susturulmuş bir medya ve korku içinde yaşayan bir halk kalacak. Yeniden özgürlük ve adaletin hüküm sürdüğü bir ülkenin inşa edilmesi elbette mümkün. Bunun anahtarı ise halkın iradesinde saklı.