Anasayfa » İŞKENCE VE ADALETSİZLİĞİN ANATOMİSİ

İŞKENCE VE ADALETSİZLİĞİN ANATOMİSİ

Yazar Habereditor
68 Görüntüleme
A+A-
Sıfırla
Ayhan Demir

Bir insanın başına gelebilecek en büyük felaket nedir? Ailesini kaybetmek mi? Onurunun çiğnenmesi mi? Yoksa her şeyini kaybettikten sonra bile hâlâ susmak zorunda bırakılmak mı?

Bu sorunun cevabını, bir devlet hastanesinin köhne koridorunda, merdiven altında, boynunu tutarak sessizce bekleyen bir adamın gözlerinde bulabilirsiniz. Onun adı Ayhan Demir. Bir zamanlar öğretmendi. 15 Temmuz sonrasında çıkarılan KHK ile görevinden atıldı. Ardından gelen gözaltı süreci, sadece hukuksuzlukla değil, insanlık dışı muameleyle tanımlanıyor.

Demir’in gözaltında yaşadıkları sadece fiziksel acıyla sınırlı değil. Anlattıkları, sistematik bir kişilik imhasını gözler önüne seriyor. Elektrik verilmiş. Boynuna tekme atılmış. Çıplak aramaya zorlanmış. Genital bölgesine şiddet uygulanmış. “Hadım edildim,” diyor; sadece fiziki olarak değil, bir insan olarak da çökertilmek istenmiş.

Bu uygulamalar, sadece can yakmak için değil; onuru kırmak, zihinsel çöküşe zemin hazırlamak, bireyin iradesini kırmak için yapılır. Bu tip travmalar, kolay iyileşmez. Psikolojik yıkım, kalıcı hale gelir. PTSD, depresyon, sosyal izolasyon gibi rahatsızlıklarla yaşamını sürdürüyor. Psikiyatri tedavisi görüyor, nörolojik sorunları var, tek başına yaşayamıyor.

Boynundaki üç kemiğin ezildiği, omuriliğin kopma aşamasına geldiği doktor raporlarıyla sabit. Ancak ne teşhis zamanında konmuş ne de gerekli müdahaleler yapılmış. İşkenceden sonra defalarca hastaneye sevk edilmiş ama hiçbir doktor yaşadıklarını belgelememiş. Korkmuşlar. Devletin gölgesi, beyaz önlüklere kadar uzanmış. Demir, gördüğü işkenceyi kendi el yazısıyla belgelemek zorunda kalmış. Ameliyatlar ertelenmiş, sevkler geciktirilmiş. Düşüp yeniden boynunu zedelediğinde bile geri gönderilmiş.

Bu tablo, bireysel hatadan öte, sağlık sisteminin baskıya nasıl boyun eğdiğini, etik ilkelerin nasıl yok sayıldığını gösteriyor. Ayhan Demir’in yaşadıkları yalnızca onun değil, ailesinin de hayatını altüst etmiş. Eşi, devlet baskısından dolayı onu terk etmiş. Üç çocuğu sahipsiz kalmış. En büyüğü üniversitede, en küçüğü ilkokulda. Bu çocuklar, sadece ekonomik değil; duygusal, sosyal ve psikolojik olarak da yetim bırakılmış.

Bu da ikinci kuşak travma yaratıyor. “Hainin çocukları” etiketiyle yalnızlaşan bu gençler, gelecekte nasıl bir kimlikle büyüyecek? Devletin cezalandırma mekanizması, bireyle sınırlı kalmamış; ailesini, çocuklarını, hatta gelecek kuşaklarını da içine almış.

Ayhan Demir’in dosyasında suç sayılabilecek hiçbir somut delil yok. Ne bir tanık, ne bir suçüstü, ne de gerçek bir dava gerekçesi. Suçlama: Bank Asya’ya para yatırmak. Zaman gazetesi okumak. Yasal derneklere üye olmak. Bu faaliyetler, yapıldığı zaman tamamen legaldi. Ancak sonradan suç sayıldı. Geriye dönük suç üretildi.

Demir, ifadesi alınmadan tutuklanmış. Aylarca avukatıyla görüştürülmemiş. Cezaevi süreci tamamen siyasi kararlara göre şekillenmiş. Hukuk sistemi çalışmamış; sadece ceza aracı haline gelmiş. Bir çelişki daha: Kendisine dava açan savcının çocuğu, yıllarca Ayhan Demir’in çalıştığı okulda okumuş. Bu, adaletin ne kadar kişisel, ne kadar taraflı işlediğinin açık bir göstergesi.

Demir’in başvurmadığı makam kalmamış: Anayasa Mahkemesi, Adalet Bakanlığı, Adana Bölge Mahkemesi… Ama üç buçuk yıldır dosya ilerlemiyor. Dava rafta bekliyor. Hukuki yollar işlemiyor. Bu, sadece bireysel bir hukuksuzluk değil; sistemin işlememe halidir.

Ayhan Demir’in yaşadıkları, tekil bir mağduriyet değil. 15 Temmuz sonrası on binlerce insan benzer süreçlerden geçti. Banka hesabı, gazete aboneliği, sosyal medya paylaşımı gibi nedenlerle insanlar tutuklandı. KHK ile işlerinden atıldılar. İtibarsızlaştırıldılar, açlığa mahkûm edildiler. Bu süreç bir “temizlik” değil, doğrudan toplumsal kırım niteliğinde. Hedef, bir ideolojiden çok bir insan grubunu tamamen silmekti.

Ayhan Demir’in en acı verici tespiti belki de şu: “Kimse yardım etmedi.” Komşular, meslektaşlar, hatta akrabalar bile ya korkudan ya da ilgisizlikten susmuş. Bu yalnızlık, fiziksel işkenceden bile daha ağır. Çünkü bir toplumun çürümesi, adaletsizlikten değil; o adaletsizliğe göz yumulmasından kaynaklanır.

Toplumsal çürüme, işkence odalarında değil; sessiz oturma odalarında başlar. Ayhan Demir hâlâ konuşuyor. Susturulmak istenmiş ama susmamış. Her kelimesi, yalnızca geçmişi değil; bugünü ve geleceği de sorgulamamıza neden oluyor. Bir ülkede gerçek değişim, konuşanların değil; konuşmaktan vazgeçmeyenlerin sayesinde gelir. Tarih, susanları değil, doğru bildiğini söylemekten korkmayanları yazacaktır.

Benzer Yazılar

Sitemizde, tercihlerinizi ve tekrar ziyaretlerinizi hatırlayarak size en uygun deneyimi sunmak ve sitemizin trafiği analiz etmek için çerezleri ve benzeri teknolojileri kullanıyoruz. Tamam'a veya sitemizde bulunan herhangi bir içeriğe tıklayarak bu ve benzer çerezlerin/teknolojilerin kullanımını kabul etmiş olursunuz. Tamam Gizlilik Politikası

Gizlilik Politikası