Bazı günler, kentlerin hafızasına kara bir leke gibi düşer. Münih’in merkezinde, Stiglmaierplatz’da yaşanan olay da böyle bir günde yaşanan kara bir leke. Bir otomobil, bir sürücü, bir kalabalık ve ardından gelen kaos… Çok sayıda yaralı, kaygı dolu gözler, olay yerine akın eden kurtarma ekipleri ve polisler. Ama asıl mesele, bu olayın sadece bir kaza ya da dengesiz bir kişinin saldırısı olup olmadığı değil. Asıl mesele, bu olayın bize ne anlattığı.
Sürücü Afganistan kökenli 24 yaşında bir göçmen. Polis kayıtlarına girmiş, hükümetin iç politika tartışmalarında yer edinmiş, kabul edilmeyen ama gönderilemeyen bir birey… Bu olaydan sonra gündeme gelen tartışmalar ise, sıradan bir adli vakadan öte, Münih’in, Almanya’nın ve belki de Avrupa’nın içine düştüğü karmaşık göç ve entegrasyon sorununun aynası gibi.
Kimine göre bu bir terör saldırısı. Kimine göre psikolojik sorunlarla boğuşan bir kişinin kontrolsüz hareketi. Siyasi liderler de olayın üzerinden sert mesajlar vermekte gecikmedi. ‘Maksimum sertlik’ uygulanacağı söylenirken, mülteci politikalarının ne kadar sıkılaşması gerektiği yeniden tartışma konusu. Ancak burada gözden kaçan önemli bir nokta var: Bu yaşananlar, bireysel bir çıkışın ötesinde, toplumun içinde büyüyen bir çatlağın da işareti olabilir mi?
Olayın yaşandığı yerde bir sendika gösterisi vardı. Rastgele miydi, bilinçli mi? Polis, sendika yetkilileri, siyasetçiler hepsi farklı yorumlar getirdi. Ama asıl soru, neden gündelik hayatta, sıradan bir gün içinde böylesi olayların artan bir sıklıkla yaşandığı. Toplumun çeperlerinde biriken bu huzursuzluk neden bu kadar çabuk parlıyor?
Son zamanlarda Almanya’da göçmen kökenli bireylerin karıştığı saldırılar, toplumda derin yarılmalara ve kutuplaşmalara neden oldu. Özellikle seçim dönemlerinde, siyasilerin bu tür olayları kendi politik ajandaları doğrultusunda kullanmaları, toplumsal gerginlikleri daha da artırdı. 22 Ocak 2025’te Aschaffenburg kentinde 28 yaşındaki Afgan kökenli bir mülteci, bir parktaki anaokulu çocuklarına saldırdı. Bu olayda iki yaşındaki bir çocuk ve onu korumaya çalışan 41 yaşındaki bir Alman hayatını kaybetti.
Münih’te yaşanan bu olay, Almanya’da seçimlere yalnızca on gün kala yaşandı. Seçim atmosferinin getirdiği gerginlik ve kutuplaşma ortamında, siyasetçiler bu tür olayları kendilerine avantaj sağlamak için kullanmaktan geri durmuyor. Aşırı sağ gruplar, bu tür olayları kendi propagandaları için kullanarak toplumsal barışı tehdit eden bir unsur haline geldi. Sığınmacılar, yıllardır süregelen toplumsal ve ekonomik sorunların bir günah keçisi haline getiriliyor. Göçmen karşıtı söylemler yükselirken, entegrasyon politikalarının eksiklikleri göz ardı ediliyor. Oysa böylesi olaylar, yalnızca suçlu kişilerin değil, onları bu noktaya getiren sistemin de bir yansıması.
Daha önceki yıllarda benzer olaylar yaşandığında da aynı söylemler devreye girdi: ‘En sert cezalar verilecek’, ‘Sınır dışı edilmeli’, ‘Bu kabul edilemez’. Ancak asıl soruları görmezden gelmek, bu olayların tekrarlanmasına neden olmuyor mu?
Münih‘te bir otomobilin insanlara çarpması, salt bir bireyin hatası mı, yoksa koca bir toplumun sessizce ördüğü duvarların sonucu mu? Seçimler sonrası bu duvarlar daha da mı yükseltilecek, yoksa nihayet kalıcı çözümler mi aranacak? Bu soruları cevaplamadan, umarız yeniden bu tür kara bir gün yaşanmaz. Tüm dünyada toplumsal barışa ve insanların huzur içinde yaşayacağı bir ortama ihtiyaç var.