Fotoğraflar, videolar ve grafikler gibi görsel araçlar, kamuoyunun mültecilere ve göçmenlere bakışını doğrudan etkiliyor. Medya kuruluşlarından siyasetçilere, sivil toplum örgütlerinden uluslararası kurumlara kadar birçok aktör, bu görselleri mesajlarını iletmek için kullanıyor. Ancak bu imgeler yalnızca “süsleme” değil; toplumda köklü algılar yaratıyor, korkuları veya empatiyi tetikliyor. Özellikle düzensiz göçmenler ve mülteciler söz konusu olduğunda, bu temsillerin etkisi daha da kritik hale geliyor.
Medyadaki Göçmenler
Akademisyenlere göre, göçmenler medyada genellikle iki temel çerçevede sunuluyor: tehdit ya da mağdur. Tehdit söylemi, göçmenleri “sınırları aşan anonim kitleler” olarak resmediyor. 2015-2016 Avrupa göç krizinde, Balkan rotasındaki kaotik sahneler, sınır bariyerlerini aşmaya çalışan gruplar ve Akdeniz’deki kalabalık botlar, bu söylemin simgeleri oldu. Milliyetçi liderler, bu görselleri “işgal” retoriğiyle birleştirerek katı politikaları meşrulaştırdı.
Örneğin, İtalya’nın eski İçişleri Bakanı Matteo Salvini, göçmen botlarını “Avrupa’nın güvenliğine yönelik tehdit” olarak nitelendirdi. Benzer şekilde, 2021’de Belarus-Polvanya sınırında yaşanan gerilimlerde, Polonya hükümeti göçmenleri “sınır güvenliğini sabote edenler” olarak gösteren görseller paylaştı. Bu temsiller, İslamofobi ve ırkçılığı besleyen unsurlar da taşıyor: Başı örtülü kadınlar veya koyu tenli bireyler, “yabancı” algısını pekiştiriyor.
Alan Kurdi’nin Fotoğrafı
Tehdit söylemine karşılık, insani temsiller ise göçmenlerin yaşadığı acıları öne çıkarıyor. Özellikle kadın ve çocukların yer aldığı görüntüler, kamplardaki sefaleti veya denizdeki çaresizliği yansıtarak uluslararası kamuoyunda etki yaratıyor. 2015’te Bodrum sahillerine vuran 3 yaşındaki Alan Kurdi’nin fotoğrafı, bu bağlamda dönüm noktası oldu. Fotoğraf, birçok ülkenin mülteci politikalarını yumuşatmasını sağlarken, bağışları ve protestoları artırdı.
Ancak bu empati dalgası kalıcı olmuyor. Paris ve Brüksel’deki terör saldırıları gibi olaylar sonrasında, insani söylemler yerini yeniden güvenlik endişelerine bırakabiliyor.
Anonim Tehdit
Her iki temsil biçimi de mültecileri tek boyuta indirgiyor: Ya “anonim bir tehdit” ya da “çaresiz mağdur”. Bu yaklaşım, bireylerin kimliklerini ve hikâyelerini görünmez kılıyor. Ayrıca, özellikle çocukların ve travma yaşamış kişilerin görüntülerinin kullanımı, mahremiyet ihlali ve etik tartışmaları da beraberinde getiriyor.
Avrupa ve ABD’deki hükümetler, “tehdit” vurgulu görsellerle sınır politikalarını sertleştirirken; aktivistler, insani temsillerle yardım mekanizmalarını harekete geçiriyor. Ancak uzmanlar, her iki durumda da mültecilerin insan onurunun zarar görebileceği konusunda uyarıyor.
Kendi Hikâyeni Paylaş
Bu ikiliği aşmak isteyen sanatçılar ve akademisyenler, daha çok katmanlı temsiller öneriyor. Örneğin, fotoğrafçı Karolina Augustová, Balkan rotasındaki göçmenlerin yalnızca acılarını değil, direnişlerini de belgeliyor. Benzer şekilde, “Water” belgeseli, İstanbul’daki Suriyeli mültecilerin gündelik mücadelelerini ve yaratıcı çözümlerini anlatıyor.
Bir diğer yaklaşım ise mültecilerin kendi bakış açılarıyla hikâyelerini paylaşmalarına olanak tanımak. Kamplarda yemek yapan aileler veya çocuklarıyla oynayan ebeveynlerin görüntüleri, onları “mağdur” kimliğinden çıkarıp insani bağ kurmayı sağlıyor.
Görsel temsiller, politikaları ve toplumsal tepkileri şekillendirme gücüne sahip. Ancak bu gücün sorumluluğu da büyük. Medya, sanatçılar ve karar vericiler, mültecileri tek boyutlu kalıplara sıkıştırmak yerine, onların çok yönlü kimliklerini yansıtan dengeli bir dil benimsemeli. Unutulmamalı ki, her görselin arkasında bir insan hikâyesi var.