İnsan Haklarına Yönelik Sistematik Bir Tehdit
Son yıllarda, hukukun üstünlüğü ve temel insan hakları ilkelerine yönelik artan saldırılar, toplumsal adaletin ve bireysel özgürlüklerin zedelenmesine yol açmıştır. Sistematik olarak uygulanan planlarla, sadece bireylerin değil, toplumun tamamının adalet ve güvenlik duygusu hedef alınmaktadır. Bu yazı, Türkiye’deki insan hakları ihlallerinin ardında yatan stratejik planları ve bu planların toplumsal yapıya etkilerini 12 başlıkta derinlemesine ele almakta, tarihe bir not düşerek, bu sinsi oyunların farkına varılması için bir çağrı niteliği taşımaktadır. Adalet ve vicdan sahibi herkesin bu süreçte bilinçli bir duruş sergilemesi hayati öneme sahiptir.
1. Sinsi Plan: Yanıltıcı Kabulün Dayatılması
Sürecin mağdurları, muhalefet ve kamuoyu, sözde “F***” terör örgütü varlığını ön kabul olarak kabullenmeye zorlanmaktadır. Bu durum, hukuki ve toplumsal bir yanılgıyı beslemektedir. Türkiye mahkemelerinde, “F*** silahlı terör örgütü” olduğuna dair maddi delile dayalı kesin bir mahkeme kararlığı mevcut değildir. Buna rağmen, rejimin ve destekçilerinin bu yanıltıcı söylemleri sorgulanmadan kabul edilmektedir. Bu kabul, hukuki ve toplumsal bir tuzağın temel taşını oluşturmaktadır.
2. Sinsi Plan: Avukatlar Aracılığıyla Baskı
Bazı avukatlar, mağdurları etkin pişmanlık hükümlerinden yararlanmaya zorlamaktadır. Polis ve savcı sorgularında, “15 Temmuz’a kadar bu yapının bir terör örgütü olduğunu bilmiyordum.” şeklinde masumane görünen ifadeler verdirilmektedir. Bu ifadeler, hem mağdurların sözleriyle 15 Temmuz’un bu yapı tarafından gerçekleştirildiği algısını pekiştirmekte hem de sözde bir terör örgütünün varlığına dair kanaat oluşturulmasına hizmet etmektedir. Bu durum, resmi kayıtlarda rejimin propagandasının bir aracı olarak kullanılmaktadır.
3. Sinsi Plan: İtirafçı Yarışı
İtirafçılar, etkin pişmanlık hükümlerinden yararlananlar ve “kapocular” olarak adlandırılan kişilerin, hükümetin iftiralarını desteklemek amacıyla bir yarış içerisine girmesi üzerine kurulmuştur. Rejim ve rejimin yargı organları, adli, idari ve kolluk kuvvetleri 15 Temmuz’un cemaat tarafından yapıldığına dair maddi delillere dayanan kesin bir hüküm sunamadıkları için, yaklaşık 20 bin itirafçı ve etkin pişmanlık hükümlerinden yararlanan kişi üzerinden bir algı oluşturulmaktadır. Bu kişilerin sorgu tutanaklarına ve iddianamelerine bakıldığında şu tür beyanlar göze çarpmaktadır:
“Ben bu ifadeyi kendi rızamla, bilerek ve isteyerek veriyorum. F*** silahlı terör örgütünün üyesiydim. 15 Temmuz’a kadar bu yapının bir silahlı terör örgütü olduğunu bilmiyordum. Şimdi örgüt içerisindeki faaliyetlerimi anlatacağım: Örgütte abi/abla olarak görev aldım, öğretmenlik yaptım ya da esnaflık yaptım. Sohbetlere katıldım, gazete ve dergiye abone oldum, birlikte namaz kıldık, Kur’an-ı Kerim ve peygamber efendimizin hayatını okuduk, geziler düzenledik, bankada hesap açtık ve derneklere bağış yaptım. Bütün örgütsel faaliyetlerim bunlardır.”
Bir diğer sinsi plan da, öyle “etkin pişmanım” deyip geçmeyi kabul etmemeleri; kendileri gibi abilik/ablalık yapmış, öğretmenlik yapmış, sohbete katılmış, birlikte namaz kılmış, bağış yapmış, kitap okumuş, geziye katılmış masum insanları da sözde örgüt üyesi olarak, tutanaklara eklenmesini istemeleridir. Zaten olan şeyleri söyledim, iftira etmedim demek; zalim rejimin ekmeğine yağ sürmek demektir. Normal bir hukuk ülkesinde “iyi ki kitap okuyup okul, yurt, dershane, dernek yapmışsınız, insan yetiştirmişsiniz” denilerek takdir edilecek çalışmaların zulüm rejiminde sözde suç delili olarak toplandığını bilmemek mümkün müdür?
Bu tür ifadeler, masum bir açıklama gibi görünse de, cemaati sözde “silahlı terör örgütü” olarak niteleyen iftiraların resmi kayıtlara geçirilmesine zemin hazırlamaktadır. Böylece Erdoğan hükümeti, hem iç hem de dış kamuoyuna “20 bin itirafçı, biz teröristiz ve silahlı terör örgütüyüz diyor, bunu neden görmüyorsunuz?” diyerek kara propaganda yapma imkânı bulmaktadır.
4. Sinsi Plan: 15 Temmuz Olaylarının Meşrulaştırılması
Kimlik veya ünvan gözetmeksizin, sürecin mağdurlarının F*** iftirasını bilinçli ya da bilinçsiz şekilde meşrulaştırmaları, rejimin stratejik planlarına hizmet etmektedir. Mağdurlara, süreçle ilgili “Ne oldu, neden bu duruma düştünüz?” şeklinde bir soru yöneltildiğinde, “F***!” söylemini dile getirmeleri, hükümetin resmi diskurunu tekrarlamaları anlamına gelmektedir. Bu söylem, rejimin yaratmak istediği algının tam da istediği doğrultuda ilerlemekte ve bu iftirayı, şaka dahi olsa, meşrulaştırmaktan kaçınılması gerekmektedir. Zira bu tür bir söylem, hem bireysel hem de toplumsal düzeyde hukuki ve ahlaki bir yanılgıya kapı aralamaktadır.
5. Sinsi Plan: Terminoloji Problemleri
Sürecin mağdurları tarafından kullanılan yanlış terminoloji, zalim ve zulüm süreci ile mücadele noktasında hem bireysel hakların savunulmasını zayıflatmakta hem de rejimin söylemini meşrulaştırmaktadır. Örneğin, “Özgürlüğümden yoksun bırakıldım” yerine “Hapse girdim” ifadesi tercih edilmekte; “İnsan haklarım saldırıya uğradı” yerine “İnsan haklarım ihlal edildi” denilmektedir. Yine, “Siyasi zulüm” ya da “Siyasi kovuşturma” gibi hukuki terimler yerine “Cezam var”, “Yatarım var”, “Davalarım var”, “Mahkemem var” gibi ifadeler kullanılmakta ve bu durum, mağdurların kendilerini suçlu gibi göstermelerine yol açan bir algı oluşturmaktadır. Aynı şekilde, “Gülen Hareketi” veya “Hizmet Hareketi” yerine “F***” iftirasının kullanılması da sürecin dilini rejimin söylemiyle paralel hale getirmektedir. Bu tür ifadeler, sürecin iyileştirilmesine katkı sağlamadığı gibi, rejimin baskı ve zulüm politikalarına zemin hazırlamaktadır.
6. Sinsi Plan: “Dünya Nimetleri” Vaadi ile Oyalama
“Göreve iade edilme, el konulan malları geri verme ve af çıkarma” gibi vaatler, mağdurların ve yakınlarının 15 Temmuz’dan bugüne kadar aldatılmasına hizmet eden bir strateji olarak kullanılmaktadır. “Bugün, yarın olacak” söylemleriyle, mağdurlar sürekli oyalanmaktadır. Bu süreçte, haklarından mahrum kalmamak adına ses çıkarmamaya teşvik edilen kişiler, ne yazık ki bu kandırma operasyonuna kapılabilmektedirler. Bu durum, bazıları tarafından sanki bir satın alınmışlık ya da bilinçli bir kabullenme gibi görünmektedir. Ancak bu manipülasyon, adaletin sağlanmasına değil, soykırım rejiminin yönetiminin politikalarını daha rahat sürdürmesine olanak tanımaktadır.
7. Sinsi Plan: Cezasızlık Algısı ve Statü Arzusu
Adli, idari ve kolluk kuvvetlerinde görev yapan bazı hâkim, savcı ve memurlar, hukuka aykırı eylemlerinden dolayı herhangi bir sorumlulukla karşılaşmayacaklarına, hatta daha yüksek mevkilere terfi ederek daha iyi şartlara kavuşacaklarına inanma yanılgısına kapılmıştır. Bu kişiler, rejim aparatlarının “Siz kapıyı kırın, biz arkadan kanun çıkarırız!” şeklindeki sözlü talimatlarından cesaret alarak hukuksuz eylemlerini sürdürmektedir. Ancak, bu tür vaatlerin hiçbir zaman gerçeği yansıtmadığı ve vaatlere dayanarak hareket edenlerin çoğu kez ağır bedeller ödediği, uzak ve yakın tarihte defalarca kanıtlanmıştır.
Adil yargılama süreçlerini yok sayarak insanları özgürlüklerinden mahrum edenler ve tedaviye ihtiyaç duyan kişilerin iyileşme süreçlerini sistematik olarak engelleyenler, körpe yavruları ailelerinden ayıranlar, aile bütünlüğünü yok edenler… eylemlerinin sonuçlarından kaçamayacaklarını bilmelidir. Bu kişiler ne cahil ne de bilgisizdir; aksine, hukuk eğitimi almış, mevzuatı bilen ve attıkları her imzanın hukuki anlam ve sorumluluğunun farkında olan bireylerdir. Hukuksuz bir şekilde hareket edenler, er ya da geç hukuki ve vicdani sorumluluklarıyla yüzleşecektir. Erdoğan rejiminin bugüne kadar sunduğu “cezasızlık güvencesi” tümüyle yanıltıcıdır. Hukuk devleti ilkeleri gereği, her birey attığı imzadan ve aldığı kararlardan sorumludur. Bu sorumluluk, zamanla daha ağır hukuki sonuçlar doğurabilir ve geçmişte yapılan eylemler, ileride adalet önünde ve manüpile edilemeyen insanların vicdanlarında karşılık bulacaktır.
8. Sinsi Plan: “Türkiye’nin Özgürleşeceği” Yanılsaması
Kamuoyu, vatandaşlar, sivil toplum kuruluşları, siyasi partiler ve cemaatler, Türkiye’nin özgürleşeceği, ekonominin iyileşeceği ve ülkenin terörden tamamen temizleneceği yanılsamasına inandırılmaktadır. Bu inanç, boşalan mevkilere ve pozisyonlara kendi adamlarının geçeceği vaadiyle güçlendirilmiş bir tuzak olarak karşımıza çıkmaktadır. Ancak, bu tür vaatler ve beklentiler, gerçekçi temellerden yoksun olup kamuoyunu yanıltmak ve toplumsal muhalefeti kontrol altına almak amacıyla oluşturulmuş stratejik bir oyunun parçasıdır.
Hukuken ve sosyolojik açıdan, bu tür vaatlerin demokratik hukuk devletleri çerçevesinde hayata geçmesi, sağlıklı ve adil bir yönetim anlayışıyla mümkündür. Ancak mevcut politik atmosferde, bu vaatlerin gerçeğe dönüşmediği gibi, toplumsal özgürlüklerin kısıtlandığı, ekonomik eşitsizliklerin derinleştiği ve siyasi alanın giderek daraldığı bir gerçeklik söz konusudur. Bu nedenle, Erdoğan yönetiminin, halkı ve kurumları bu hayali vaatlerle aldatma stratejisi, ülkenin demokratik yapısının zarar görmesine yol açmakta, toplumu gerçeklerden uzaklaştırarak bir illüzyon dünyasında tutmaktadır. Bu tür vaatlere kanarak, toplumsal adaleti, eşitliği ve özgürlüğü savunma sorumluluğunu göz ardı edenler, kısa vadeli kazançlar ve hayali vaatler uğruna uzun vadede çok daha büyük kayıplarla karşı karşıya kalacaktır. Hukuk ve adaletin temel prensipleri gereği, toplumun tüm kesimlerinin gerçekçi, adil ve demokratik bir yönetim için seslerini yükseltmesi ve bu tür yanıltıcı vaatlere kapılmaması gerekmektedir.
9. Sinsi Plan: Aile Müessesine ve Neslin Devamına Saldırı
2017 Eylül ayında polis akademisinde yapılan bir çalıştayda, “nesiller boyu devam edecek bir savaşı başlatıyoruz” diye soykırım kararı alarak uygulamaya koydular. Sözlü ya da nişanlı evlenme çağında olan insanları nişan ya da düğün arefesinde eşlerden birini özgürlüğünden yoksun bırakarak, önce diğerini dışarıda tuttular, sonra da diğerini adli kontrolle takip ederken bu sefer diğerinin özgürlüğünden yoksun bırakarak tam evlenme ve çocuk doğurma çağında gençleri özgürlüklerinden yoksun bırakarak aile müessesesine saldırdılar. Hamile kadınların karınlarına tekme atarak ya da işkence ederek çocuklarının anne karnında ölmesine ya da düşürmelerine neden oldular, tedavi ve sıhhi takip gerektiren hususi durumlarda, en doğal hak olan yaşama hakkına sistematik ve kitlesel saldırılarda bulundular.
Çocuklar ve gençler ailelerinden koparılarak konsantrasyon merkezlerine alınarak rejimin kara propagandası altında beyin yıkama operasyonları yürütüldü ve nefret dili aşılanmaya çalışıldı. Bu sebeple bu çocuklarda, gençlerde kişilik bozukluğu, öz güven kaygısı, gelecek korkusu ve sahipsizlik gibi sıkıntılar ortaya çıkmaktadır.
10. Sinsi Plan: Soybağının Kesilmesi Tuzağı
Toplumsal yapıyı zayıflatmaya yönelik en tehlikeli stratejilerden biri, soybağının kesilmesi tuzağıdır. Bu süreçte, eşler hem hükümetin baskıları hem de yakın çevrelerinin söylemleriyle karşı karşıya bırakılmakta, boşanmaların artmasına ve evliliklerin azalmasına sebep olan bir psikolojik baskı ortamı yaratılmaktadır. Özellikle, “Biz bu kadar sıkıntı çekerken, sizin evlilikle ilgili çabalarınız ve paylaşımlarınız caiz mi?” gibi sorularla bireyler evlilik kurumuna karşı bir tür mobbing ile sindirilmektedir.
Ancak, bir toplumun ayakta kalabilmesi ve sürdürülebilir bir geleceğe sahip olabilmesi için yapılması gereken, aile bağlarını güçlendirmek ve evlilikleri teşvik etmektir. Soybağının devamı, toplumsal dayanışmanın ve nesiller arası bağların korunmasında hayati bir rol oynamaktadır. Hukuki ve sosyolojik perspektiften bakıldığında, güçlü aile yapıları toplumsal barışın ve istikrarın teminatıdır. Bu sebeple, aile kurumunu zayıflatmayı amaçlayan bu tür stratejilere karşı dikkatli olunmalı, evlilik ve aile birlikteliği aktif bir şekilde desteklenmelidir.
Zulüm ve baskı dönemlerinde bile, toplumsal yapının ve soybağının korunması, uzun vadede bir direniş ve yeniden yapılanmanın temelini oluşturur. Evlilik kurumuna yönelik bu tür baskılar, toplumsal dayanışmayı zayıflatırken, bireylerin geleceğe güvenle bakmalarını engeller. Dolayısıyla, toplumun her kesiminde aile bağlarının güçlendirilmesi, evliliklerin teşvik edilmesi ve bu tür sinsi planlara karşı direnç gösterilmesi bir zorunluluktur.
11. Sinsi Plan: Sürecin Erken Biteceği Algısı ile Kandırma
Hem iç kamuoyunda hem de dış kamuoyunda, sürecin yakında sona ereceği algısının oluşturulması, mağdurlar üzerinde derin bir psikolojik etki yaratmaktadır. Belirli tarihlerin verilmesi, “sürecin bitmek üzere olduğu” yönündeki söylentilerin yayılması, insanları harekete geçmekten alıkoyan, geciktiren bir unsur haline gelmiştir. “Aha gitti, ramak kaldı, yakında bitecek” gibi söylemlerle mağdurların süreçten uzaklaşmaları sağlanmış, bu yanıltıcı algılarla insanlara yanlış bir umut aşılanmıştır.
Bu söylemler, rüyalar ve sohbetlerle desteklenerek, mağdurların “yakında gidecekler, şimdi kurulu düzeni bozmaya gerek yok” düşüncesine kapılmalarına sebep olmuş, bu da birçok kişinin ülkeyi terk etmesini engellemiş, geciktirmiş ve sonuçta hapse girmelerine neden olmuştur. Bu vaatlerin gerçekleşmemesi, özellikle Türkiye’deki süreç mağdur ve mazlumlarını yalnızlığa itmiştir. Bu strateji, mağdurların hukuki ve kişisel olarak doğru kararlar almasını geciktirerek, onları daha büyük tehlikelerle karşı karşıya bırakmıştır.
Hukuki açıdan değerlendirildiğinde, bu tür manipülasyonlar insanların özgürlüklerini ve temel haklarını tehlikeye atmakta, onları yanlış yönlendirmekte ve yanıltıcı bilgilerle mağduriyetlerini derinleştirmektedir. Sürecin ne zaman sona ereceği üzerine yapılan spekülasyonlar, mağdurların güvenliğini riske atmakta ve adaletin tesisini daha da zorlaştırmaktadır. Bu nedenle, mağdurların bu tür yanıltıcı algılara kapılmadan, haklarını savunmak ve kendilerini korumak için bilinçli adımlar atmaları elzemdir.
12. Sinsi Plan: İnsan Hakları İhlalleri İfadesi
Aslında burada bir ihlalden bahsetmek doğru değildir. İşin gerçeği, insan haklarına planlı, örgütlü ve sistematik bir saldırı vardır. Ulusal ve uluslararası mahkemelerde hükümetin yaptığı zulümleri savunurken Hükümetin, “Terörle mücadele ederken insan hakları ihlallerinde biraz ileri gitmiş olabiliriz” şeklindeki argümanın mağdurların savunmalarında avukatları tarafından kullanılması ya da kabul edilmesi, dikkatle ele alınması gereken tehlikeli bir stratejidir. Bu söylem, insan haklarına saldırıyı mazur göstermeyi amaçlayarak, mağdurların kendi savunmalarında bu argümanı kabullenmelerine neden olabilir. Ancak bu tür bir savunma yaklaşımı, mağdurları hükümetin söylemleriyle örtüşen bir tuzağa çekmekte ve onların adalet arayışını zayıflatmaktadır.
Bu sinsi planın farkında olarak, mağdurların bu tuzağa düşmemesi hayati öneme sahiptir. Kim, ne zaman, nerede, hangi olayla ilgili olarak böyle bir söylemi gündeme getirmişse, bu durumu dikkatle analiz etmek ve savunma stratejilerini buna göre geliştirmek gerekmektedir. Mağdurlar, haklarının saldırılarının ve hukuksuzluğa maruz kaldıklarını net bir şekilde dile getirmeli, hiçbir şekilde insan haklarına saldırıyı meşrulaştıran bir argümana başvurmamalıdır.
Hukuki açıdan bakıldığında, insan hakları saldırıları, ne terörle mücadele ne de başka bir gerekçeyle haklı görülemez. Uluslararası hukukta bu tür saldırılar, kabul edilemez suçlar arasında yer almakta ve bu suçların failleri er ya da geç sorumlu tutulmaktadır. Bu nedenle, mağdurların savunmalarını bu tür söylemlerden arındırmaları ve ortaya koymaları gerekmektedir. Aksi takdirde, bu tür argümanlara dayanan bir savunma, mağdurları kendi haklarını savunmada zayıf bırakabilir.
Sonuç: Hukukun üstünlüğü ve toplumsal dayanışma, bu stratejik tuzaklara karşı direnmenin anahtarıdır. Adaletin ve hakkaniyetin temel ilkelerine sımsıkı sarılmak, yalnızca bireylerin değil, toplumların da geleceğini şekillendirir. Bu planların farkında olmak ve bilinçli bir direniş göstermek, yalnızca bir hak arayışı değil, aynı zamanda tarih karşısında bir sorumluluktur. Toplumun her bir bireyinin, adaletin sağlanması ve insan haklarının korunması yolunda bilinçli adımlar atması, geleceğe umutla bakabilmek için kaçınılmazdır. Zira, hukuksuzluğa karşı sessiz kalmak, zalim düzenlerin ömrünü uzatmaktan başka bir işe yaramaz. Adalet ve hakkaniyetin tesis edildiği bir dünya için, bu bilinçle hareket etmek şarttır.
Her ne kadar şu an olası bir karşı koymaya karşı Türkiye’de hangi kesimden olursa olsun bir sindirme, bastırma, hapse atma, itibarsızlaştırma, korkutma, aba altından sopa gösterme ile hemen her kesim susturulmuş olsa da bu stratejik tuzaklara karşı gözünü yummamak en önemli koşuldur.
Uyarı
Bu sitede yayımlanan makaleler, sitemize ait olup izinsiz kullanılamaz, çoğaltılamaz, kaynak gösterilmeden yayımlanamaz.
Ayrıca hukuki sorumluluk içermez, bu bilgileri kullanarak yapacağınız işlerden doğacak sonuçlardan sorumluluk kabul edilmemektedir. Hukuki mağduriyet yaşamamanız için bir hukuk bürosuna veya bizlere ulaşınız.